Doç.Dr. Özge Yücel*
Prof.Dr. Halis Dokgöz**
Altı yaşında değil de on altı yaşında olsaydı… Evli gibi birlikte yaşam, istismar olmaktan çıkar mıydı, toplumda böyle bir haber yine tepki uyandırır mıydı? Bu soruların yanıtı aslında kimin çocuk sayıldığı ile ilişkili olduğu gibi neyin istismar sayıldığı ile de ilgili. Çocuk sahiden kimdir, ne zaman başlar, ne zaman biter? Çocuk kavramının hukuk düzeni içinde taşıdığı anlamlar arasında çelişki bulunduğu gibi toplumda çocukluğun algılanması konusunda da ciddi çelişkiler var. Bu çelişkilerin elbette evlenme konusunda sonuçları öngörülmeksizin yerleşmiş kabullerle yakından ilişkisi bulunmaktadır.
Çocuk BM Çocuk Hakları Sözleşmesinin ilk maddesine göre kural olarak on sekiz yaşından küçük bireydir, ancak yine bu uluslararası sözleşmeye göre çocuğa uygulanabilecek kanuna göre (yani uyruğu olduğu ya da yerleşik olduğu) daha erken yaşta reşit olma durumu hariç tutulmaktadır. Türk Medeni Kanunu’na göre de çocuk on sekiz yaşından küçük bireydir, ancak evlenme veya yargı kararıyla daha erken erginleşme yolu öngörülmektedir.
Ancak nihayetinde halen Türk Medeni Kanunu’na göre çocuk olan bir kişinin (16-17 yaşında) evlenmesine hâkim kararıyla ya da yasal temsilci izni yoluyla yol açılması ve evlenme sonrasında erginleşmesi sebebiyle Türk hukukunda erken evlilik sorunundan önce çocuk yaşta evlilik ya da çocuk evliliği sorunu bulunmaktadır.
Ergin sayılmış, çocuk statüsünden çıkmış bir kişinin erken yaşta yaptığı bir evliliğin kişinin gelişimine, özgürlüklerine olumsuz etkileri sebebiyle tartışma konusu yapılabilir ve bu bağlamda erken yaşta evliliklerin önlenmesi konusunda politikalar oluşturulabilir. Ancak diğer yandan hukuk düzeninin evlenme yoluyla erginleşmesine izin verdiği “çocuk” yaşta kişinin erginleşmesine rağmen ceza hukuku alanında olduğu gibi Çocuk Koruma Kanunu’na göre de çocuk sayılmaya devam ettiği göz ardı edilmemelidir. Bu doğrultuda BM Çocuk Hakları Sözleşmesinde ve diğer uluslararası sözleşmelerde çocukların korunmasında esas olan prensipler, evlendiği için erginleşmiş ama çocuk olmaya devam eden kişi için uygulanmaya devam etmektedir.
***
TÜİK istatistiklerine göre; 2020 yılında toplam evlenme sayısı 487.270 toplam evlenen kız çocuk sayısı 13.014, kız çocuk evliliklerinin toplam evlenmeler içindeki oranları ise %2,7 iken aynı yaş grubunda olan erkek çocuklarının resmi evlenmelerinin toplam resmi evlenmeler içindeki oranı ise %0,1'dir. Bu oranlar endişe verici boyuttadır ve kız çocukları aleyhine ayrımcı bir durumun da altı çizilmelidir.
Bu nedenle Türkiye’de hukuk düzeni çocuğun kim olduğu konusunda kendi içinde çelişkilidir ve ikiyüzlüdür. Bir yandan çocuk erginleşmiş olsa bile siyasi haklara sahip değildir, suç sayılan bir eylemi işlediğinde özel prosedürlere tabi olur ve korunmaya muhtaç olduğu takdirde resen önlem alınır ancak diğer yandan çocuğun zayıflığından, korunmasızlığından yararlanarak inşa edilen rızasına dayanarak kurulan cinsel ilişki Türk Ceza Kanunu’na göre cinsel istismar sayılmamaktadır. Reşit olmayanla cinsel ilişki suçu adı verilen bu suç yönünden hem eylemin istismar sayılmaması hem de şikayete bağlı suç sayılması, çocuğun zayıflığından yararlanılmasının önüne geçme hedefinin izlenmediğini, aksine çocuğun bedeninin ve yaşamının yasal temsilcinin, ataerkil iktidar sahibinin kontrolüne tabi kılındığını göstermektedir. Çünkü böylece yani istismar saymamak suretiyle yasal temsilcinin manipülasyonu veya baskısı suretiyle uygun görülen kişiyle çocuğun evlendirilmesi veya evli gibi yaşatılması meşrulaştırılmaktadır. Bu durum çocuğun yüksek yararı ve imzalamış olduğumuz Çocuk Hakları Sözleşmesi açısından sorunludur. Fiziksel, ruhsal ve sosyal açıdan henüz gelişimini tamamlamamış çocuğun rızası olamaz, dolayısıyla şikayete bağlı bir çocuk cinsel istismarı kabul edilemez. Nokta.
***
Çocuğun cinsel istismarı, bir yetişkin tarafından çocuğun cinsel uyarım amacıyla cinsel içerikli sözel bir ifadeden bildiğimiz/bilmediğimiz her türlü cinsel içerikli eylemi içerdiğini özellikle vurgulamak gerekir. Cinsel istismar sanıldığının aksine yabancılar tarafından değil %85 çocuğun tanıdığı aile çevresinden erkekler, öğretmen, mahalle eşrafı gibi kişiler tarafından yapılmaktadır. Cinsel saldırının gerçekleştiği yerler de %80-85 çocuğun sık sık girip çıktığı ev, okul, iş yeri, mahalle gibi tanıdığı bildiği mekanlardır.
Çocuğa güven veren veya çocuk üzerinde din, eğitim, vesayet, velayet gibi sebeplerle otorite kurabilecek durumda olan kişilerin çocukla cinsel ilişki konusunda inşa ettiği rızanın gerçek anlamda tam ve özgür nitelikte rıza olamayacağı anlaşılamamıştır. Oysa Lanzarote Sözleşmesi’ne göre korkutma olmasa bile ve cinsel ilişkiye rıza yaşını geçmiş olsa bile güvenin veya otoritenin suistimali yoluyla elde edilen rızayla kurulan cinsel ilişki de cinsel istismar sayılmaktadır ve bu yaklaşım çocuk yaşta evliliklerin önüne geçebilmek için son derece kritik, vazgeçilemez niteliktedir. Çocuğun belirli bir yaştan itibaren kendi eşitiyle, akranıyla cinsel ilişkiye rıza verebilecek durumda olması, evlenmeye rıza verme hususunda gerekli yetkinlik ve yeterliliğe sahip olduğu anlamına gelmemektedir. Altı yaşındaki çocuk için olduğu gibi on altı yaşındaki çocuk için de evlilik çok boyutlu ve geri dönüşü olmayan zararlara yol açan bir istismar biçimidir.
Kamusal alanda çocuğun yüksek yararının eksiksiz bir şekilde ortaya konması için tıp, hukuk ve sosyal alanda yapısal dönüşümlerin sağlanarak çok disiplinli bir yaklaşımla yeni bir perspektif ve paradigmaya gereksinim bulunuyor. Anayasa’nın 90. maddesine göre imzalamış olduğumuz Çocuk Hakları Sözleşmesi ve Lanzarote Sözleşmesi iç hukuk normu halini almıştır ve iç hukukla çelişmesi durumunda sözleşme maddeleri geçerlidir. O halde geleceğimiz olan çocuklarımız için yapılması gereken imzaladığımız sözleşmelere uygun olarak hukuksal normların işlerlik kazandığı ve içselleştirildiği bir yaklaşımı yaşama geçirmemiz bir zorunluluk olarak önümüzde duruyor.
*Hukukçu,
**Adli Tıp Uzmanı